ANASAYFA
MAKALE / Edebiyat Edebiyatta Usta-Çırak ilişkisi

Edebiyatta Usta-Çırak İlişkisi Var mıdır?

Mustafa Kutlu ustamız “yorgunum” diyor son makalesinde… Onun ki ‘bir ömür yokuşa akan suları’ anlatmanın hakedilmiş yorgunluğu’…
Her meslekte olduğu gibi, Mustafa abinin de Edebiyata verdiği bir ömrün tekaüdü olsa gerek bu serzenişi…
Biz ondan çok şeyler öğrendik ve daha da öğreneceklerimiz var…
Usta bir yazar yazmaktan kendini alıkoyabilir mi?
Hayır. Sadece yürüdüğü kutlu yolda adımlarını yavaşlatır ama o adımlar bile kat be kat mesafelere bedeldir…
Aksi halde biz ne yapalım bu halsizliğimizle! Daha işin başında adımlarımız yavaş!
Usta diyoruz çünkü, Mustafa Kutlu gibi Edebiyatta zirve yapmış sanatçılar ışık tutuyor yürüdüğümüz bu yolda…

Sezai Karakoç, Rasim Özdenören Mehmet Şevket Eygi… gibi ustalara yetişipte nasiplenmemek bu yolda yürüyenler için bahtsızlık olsa gerek…
Bunlar sağlam usta, biz ise izlerini takip eden çırak… 

Şu günlerde edebiyat dünyasında usta-çırak ilişki olup olmadığı tartışılıyor. Edebiyatçılar ikiye bölünmüş durumda; özellikle yeni yetişen yazar adayları için, bir kesim usta-çırak ilişkisi olmalı derken, bir kesim şiddetle karşı çıkıyor.
Peki; marangozluk, berberlik gibi zanaatta usta – çırak oluyor da, şiir, nesir gibi edebiyat ve sanatta da usta çırak ilişkisi var mıdır?

Şöyle geçmişe dönüp edebiyat tarihine baktığımızda görüyoruz ki şiir de bu var.
Âşık edebiyatında yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerin en önemlilerinden biri de usta çırak geleneğidir. Âşıklar genellikle bir usta aşığın yanında onun çırağı olarak, yetenekleri ölçüsünde olgunlaşırlar. Gelenek gereği icracılık ve aşığın şairlikteki ustalığı için üstat da denilen bir aşığın yanında ders almaları gerekmektedir. Genç aşığın ustasının yanında çok büyük bir sabır göstermesi gerekmektedir. Sabrın sonunda çırak ustasının hayır duasını alarak tek başına halk önüne çıkma iznine kavuşur.
Âşıkları, Şairleri üne kavuşturan mahlaslarını Şeyh ve Pir’leri koymuştur.Halk edebiyatında mahlas geleneğe bağlı uygulanan bir kuraldır. Aşıkların çoğunun asıl ismi unutulmuş, mahlasları isim olarak kullanılır olmuştur. Dadaloğlu'nun asıl adı Veli, Sümmani'nin Hüseyin, Gevheri'nin Mehmet vb.'dir.

Pekâlâ, şiirde usta-çırak ilişkisi varsa nesir de neden olmasın?
Derine inmeden bile, yakın tarihimize baktığımızda usta-çırak ilişkisinin var olduğunu görebiliyoruz.
Yeni Şafak Gazetesi Kitap ekinde geçenlerde bu konuda usta yazarlarla yaptığı bir röportaj yayınladı.
1965 yılında Rasim Özdenören'in henüz 25 yaşlarındayken, Yeni İstiklal Gazetesi’nde Ahmet Kutlay'la birlikte hazırladığı sanat edebiyat sayfasına gelen okur mektuplarına Açık Mektuplar köşesinde cevap verdikleri, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Mehmet Şevket Eygi gibi isimlerin aynı çatı altında toplandığı öğreniyoruz.Metin Önal Mengüşoğlu, Ali Rıza Demircan, Vehbi Vakkasoğlu, H. Kami Büyüközer, Sıddık Elbistan (Elbistanlı) gibi isimlerin o dönem şiir ve öyküye ilgi duyup yazdıklarını gönderdiklerini de…

Aynı geleneğin bugünde devam ettiğine şahit oluyoruz.

Okurları için bir uzaktan eğitim ya da kendi kendine yazma atölyesi diyebileceğimiz bir hüviyete bürünen Açık Mektup'tan yola çıkarak günümüzde gerek aynı yöntemle edebiyat dergilerinde olsun, gerekse yazarlık atölyelerinde olsun, edebiyata hevesli, eli kalem tutan gençlere öneri veren, yönlendiren, yol gösteren (kadirşinas) usta kalemler var(olması yeni yetişenler için mutluluk verici). Bunların başında, Ali Ural, Mustafa Kutlu, İbrahim Tenekeci, Beşir Ayvazoğlu … geliyor.

“Nasıl yazacağından çok nasıl yazmayacağını göstermek gerek” diyen Ali Ural;
“Hiçbir meyve meyve olarak dünyaya gelmez. Bahçıvan henüz koruk olan bir salkım üzüme gülümsüyorsa, ekşide saklı olan tatlıyı gördüğündendir.
'Tavsiye' kelimesinin çok ötesinde uzun bir eğitim sürecini kapsıyor çalışmalarımız. Özgür ve özgün bir edebiyat atmosferinde geçirilen senelerden sonra sabrın ve çalışmanın ödülü olarak geliyor eserler. Dört yılda hedefine ulaşan da var, on yılda ulaşan da. Hedefin büyüklüğüne göre değişiyor eğitim süresi.
Ezra Pound ve Gertrude Stein yol göstermişti Ernest Hemingway'e. Gogol'un ustası Puşkin, Maupassant'ın hocası Flaubert'di. Tanpınar Yahya Kemal'in, Orhan Kemal Nazım Hikmet'in rahle-i tedrisinden geçmiştir. Yalnız zanaatlar değil sanatlar da usta çırak ilişkisiyle gelişir ve süreklilik kazanır.
Bu bağlamda Türk ve dünya edebiyatının başyapıtlarını irdeleyici ve dönüştürücü bir gözle yeniden okuyoruz. Sinema, resim ve müzik gibi hayal gölünü besleyen ırmaklar ve estetik gelişime yardım eden bir dizi kurgusal temrin de çalışmalarımızda pay sahibi. Bütün bunları modernize edilmiş bir usta çırak ilişkisi çerçevesinde gerçekleştirmeye çalışıyoruz.
Nasıl yazılacağından çok nasıl yazılmayacağını öğretebilmek ilk adımlarımızı oluşturuyor atölyelerimizde. Çehov'un dediği gibi kötü yazılanları çizme sanatıysa yazmak, nasıl yazılmayacağı bilgisi önemlidir ve bize nasıl yazacağımız konusunda deneysel ve sezgisel alanlar açar. Yüzyıllar boyunca ustaların öğrencileriyle yürüdükleri bu yol yazarlık atölyelerinde yaptığımız çalışmaların temelini oluşturmakta.
Nasıl yazılmayacağına dikkati çekmek nasıl yazacağını dikte etmek değildir. Klişelere hapsetmek değil klişelerden kurtarmaktır ustaya düşen. Doktorlar nasıl her hastaya aynı reçeteyi yazmıyorsa, ustalar da kişisel farklılıkları, zaman içerisinde eğitimle ortaya çıkacak eğilimleri göz önünde bulundurarak tavsiye edecekleri kitapları ve önerecekleri türleri belirlemelidirler. Sanatçının özüne asla müdahale edilmemeli. Herkesin eğitimi kendine has çizgisinde gerçekleştirilmelidir ki özgünlük korunabilsin.
Sabırsızlık ve acelecilik yüzünden vakit saat tamam olmadan 'olmak' derdine düşenler çok geçmeden hatalarını anlayıp asıllarına dönüyor.”

Yine bir başka usta yazar İbrahim Tenekeci ise ;
“Usta-çırak ilişkisi, sabır isteyen bir şey. Bu zamanın gençlerinin, çoğunlukla, o kadar vakti yok. Hemen olsun istiyorlar. Hızlı giden tez yorulur, buna karşılık, sabır ve istikrar hep kazandırır. Bu sabrı ve uzun yılları göze alan varsa, onlarla ilgilenmek vazifemiz.
Bize her aşamada çalışma geliyor. Fakat yeterli olmayanlar çoğunlukta. Belli bir seviyeyi tutturan genç arkadaşları seçiyor ve onlarla ilgileniyoruz. Genç arkadaşlarımızın sadece yazdıklarına değil, yaptıklarına da dikkat kesiliyoruz. İstiyoruz ki, meziyet ve şahsiyet bir arada olsun. Bir muhit terbiyesi, edebiyat görgüsü kazansınlar. Şiiri gençlik hevesi veya reklam ajansı değil, dava olarak görsünler.
Dergicilik için, 'düşman kazanma sanatı' diyorlar. Ayrıca, işinizi iyi yapmaya çalıştıkça, mevcut dostlarınızdan bazılarını da kaybedebiliyorsunuz. Titizliği kusur olarak görenlerin sayısı hiç de az değil.”

Edebiyatta usta çırak ilişkisi olmadığını ve olmaması gerektiğini savunan yazarlar var;
Bunlardan biri Arif Ay, Edep Dergisi Editörü.
“Sanatçı tavsiyelerle şekillenen kişi olmamalı derim. Şayet tavsiyelerle şekillenme söz konusu ise o zaman da sanatın ve sanatçının özgünlüğünü, hatta biricikliğini nereye koyacağız. İnsan, özünde sanata dair yeteneklerle doğuyorsa sanatçı olmaya adaydır. Hatta sanatçıdır. Ona yeteneklerini çalıştırmak ve geliştirmek kalıyor. Hani bazı insanlar vardır sanat adına ortaya bir şeyler koymamışlardır; fakat biz o insanlar için sanatçı ruhlu deriz. Kısacası insan ya sanatçı doğar ya da sanatçı doğmaz. Sonradan sanatçı olunmaz. Bu bağlamda yazarlık okullarını, şiir, öykü atölyelerini sanatçı, şair, yazar yetiştiren yerler olarak görmüyorum. Bu tür yerler olsa olsa hoş, güzel vakit geçirdiğimiz şiiri, öyküyü tanımaya, onları hayatımıza dahil etmeye hazırlandığımız yerlerdir bir bakıma.
Eskiden bu işi dergi büroları yapıyordu. Gençler bu bürolarda yazarlarla, şairlerle tanışır, onların konuşmalarına, tavır, davranış ve edalarına tanık olur. Onlara imrenir ve varsa sanat yeteneğini keşfetmeye ve geliştirmeye başlar. Neleri okuması gerektiği konusunda zihni netleşir, edebiyat dünyasını tanımaya başlar. Önce kendinden öncekilere özenir, onlar gibi yazmaya başlar, fakat bunun çıkar yol olmadığı gerçeğine kısa sürede toslar ve sarsıntı geçirme döneminden sonra kendi yolunu, tarzını, sesini bulur. Bulamıyorsa sürdürmemesi gerekir. Gülümsetenler (acı acı) genellikle bu işi zorla sürdürmeye çalışanlardır.
Bu işte bildiğimiz biçimiyle usta-çırak ilişkisi yoktur. Olmamalı da… Bir kere 'usta' derken kim, neye göre, kime göre 'usta' ya da 'çırak' kime, neye göre çırak? Kalaycılıkta, yorgancılıkta, berberlikte, marangozlukta, motor, kaporta tamirinde çıraklık vardır ve gereklidir de. Ama sanatta, edebiyatta böyle bir çıraklık olamaz. Çünkü 'ustalık' yoktur. Her yazar, her şair, her yazısında, her şiirinde 'çırak'tır. Her yazıda, her şiirde 'usta' olmaya çalışır. Olmadığına kanaat getirdiği için de ömrünün sonuna kadar yazar, yazar, yazar. Ona usta unvanını veren başkalarıdır. Gençlerle kurduğum ilişki bir arkadaşlık, bir tecrübe ve birikim paylaşımıdır. Yeteneğinin farkında olmayana sende yetenek var demenin ötesine geçmez tavsiyelerim. Ötesi kendi bileceği iştir. Yeteneği geliştirmek de ayrı bir yetenek bunu da burada belirtelim. Söz gelimi tembellik yeteneğin düşmanıdır.”

Bendeniz yeni yetişen kuşaktan bir Tarihi Romancı olarak; yazım atölyesi, yazarlık akademisi, yazar ocağı gibi, edebiyatın tezgâhından geçtim ve buralardan edindiğim tecrübelerimi, bu konu hakkında yaptığım araştırmalarla da birleştirerek, izlenimlerimi şöyle aktarabilirim:
2006 Yunus Nadi Şiir Ödülü sahibi Ruşen Hakkı, “bazı yazarların cümle bile kuramadığını, bunun nedeninin usta çırak ilişkisinin zayıflığı olduğunu” söylemişti. Günümüzde çırakların, ustalarının üstüne çıktığını vurgulayan tecrübeli edebiyatçı, çırak denilen şair ve yazarların, Türk edebiyatına emeği geçmiş kişileri okumadıklarını anlatarak, bu nedenle yazarların iyi yazamadıklarını, topluma bir şeyler kazandıracak cümleler kuramadıklarını belirtti. Popüler olanları ise medyanın reklamına bağlamıştı.
Ruşen Hakkı gibi usta bir yazarın bu serzenişinden yola çıkarsak nesir dede usta-çırak ilişkisinin var olması gerektiğini anlıyoruz.
Dolayısıyla Edebiyatta usta-çırak ilişkisinin dergiler aracılığıyla yürüdüğünü görüyoruz. Edebiyat dergilerinin mutfağında olmanın insana kazandırdıklarını bizzat yaşadım (YAZAK ve ACEMİ DERGİ).
Edebiyatta usta-çırak ilişkisi öğreten adam ve talebesi biçiminde yürüyen bir ilişki değil, birlikte bir şeyler yapıp kafa yorarak, tartışarak süren bir ilişki. Yazım atölyesi, Yazarlık kursları  da böyle. Buralarda usta öğretici acemi ilişki şekilde yürüyor. Sadece yazmak insana bahşedilen bir yetenek değil, yazdıkça, çalıştıkça öğrenilen bir şey ve bunun teknikleri var. Bu teknikler öğretilebilir. Yazınsal yaratıcılık ise edebiyat sezgisine de gereksinim duyulan bir şey, bu sezgi de en çok okudukça gelişirmiş gibi gelir bana.

Arif Ay’ın dediği gibi bir insanın sanatçı olabilmesi için yeteneğinin olması şart. Ama Ali Ural ve İbrahim Tenekeci gibi ustaların da dediği gibi biraz yeteneği olan genç yazar adaylarına yol göstermek, elinden tutmak edebiyat kaliteli yazı üretmesini sağlamakla olacaktır. Bana göre de, yeteneği teknikle birleştirmek gerek. Yani, roman, öykü, şiir , deneme hatta makale yazmanın tekniklerini öğrenmek gerek. Edebiyatta kalıcı olmanın sırrı da budur.
Yoksa ne yetenekler, farkına varılamadan, imkân sağlanamadan yitip gidiyor. Yeteneksiz insanlar ise, istediği kadar kaliteli yazı üreteyim diye çabalasın hevesten öte gidemez…
Mehmet Ballı | 2014

Not: bu yazı izinsiz yayımlanamaz.